27 Kasım 2009 Cuma

Öyle bir an gelir ki;korkarsın dudaklarını fincana değdirmeye,çünkü artık kirlenmişsindir,dudak pasın silinmiştir bir kere,masumiyetsizlik engeller seni,ürkütür..
Ve kanat mesafesi yakından geçen sıcaklığı umursayamadan çabucak unutuverirsin..
Ve sarı gözlü yeşil saçlı bir çocuk kalbini çatlatarak koşar orta yere..Ve basar çığlığı..
"DELİLİK, ÖZGÜRLÜKTÜR"
"ÖZGÜRLÜK,DELİLİKTİR"
Sonrasında koca gözlerini devirir,ve "akıllı"olan insanlara arkasını döner.Çünkü o bir kere tatmıştır.Zehir bir kere dönmüştür vücudunun her rahlesinde.Bu yüzdendir ikna edemezler onu "us"lu olmaya.
Ufak yeşil-sarı-siyah saçlı sarı gözlü kadını ikna edemezler..

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Saçları itinayla taralı küçük başı
seçilmekten korkmadan
ansız bir yenilgiye muhtaç.
uzanıyor.
Sokak lambasının aydınlatabildiğiyle
Karı
Dört mumun aydınlatabildiğiyle de
Kendisini seyrediyor.
Dişleri, çenesine biraz daha yakın
Sarılmaya hazırlanırken
Sızlıyor gözleri yeniden.
Bu pencereye karşı
Üşümeye gelmiş kimse yok.

26 Mart 2009 Perşembe

Bilmen gerekiyor...
Anlaman gerekiyor...
Sorman gerekiyor...
Hayata farklı bakıp
Parçalanmaz demirleri
Parçalaman ,
En ufak parçaları
Beyninde kor hale getiriğ
Yararlı olsun demen gerekiyor.
Kendini unutman ,
Düşüncelerini laf kalabalığı yerine
Kendine hayat yapıp
Çalışman gerekiyor.

"Sonucunu al" lafından tiksinene kadar
Kişilerin övgü sözlerini
Mezarındaki ölünün duyduğu zamana kadar
Çalışman gerekiyor .
Anlaman ama gerçekten anlaman
Anladıklarını kendie saklayarak
Onlar istemeseler de nüfuz ettirmen gerekiyor .
Kendini unutup
Hayatı anlaman gerekiyor .

14 Mart 2009 Cumartesi

Hayal et;
Bir meyhanedesin
Zaten dolmuş bir kadehi
Taşması için dolduruyorsun..
Hayal et;
İlk defa sefere çıkacak bir kaptansın
Ama seni deniz tutuyor.
Çok aşıksın ona,
O da sana tutuşmuş,
O kadere küfür bir kanserle ölüyor.
Hayal et;bir şairsin
Kaleminin ucu kırık.
Bir hatipsin,sözlerin kurumuş.
Bir çocuksun;
Üstüne gelen kurşunlardan kaçıyorsun.
Hayal et;
Sen gönüllüsün
Ama kainat sana dargın.
Sen artık sadece hayal et.

YOKSULLUK BAHARINDA

Yoksulluk baharında,
Gözyaşına gebe kalmış
Bir dirhem mutluluk…
Sayfalar dolusu
Demli çay tadı..
Tav’a hasret bir
Çıngırak
Semahının ortası..
Gece şefkatiyle
Fırlayan öpücük.
İşte hayata bedel
Bir dirhem mutluluk..

6 Mart 2009 Cuma

Kalbindeki kapının kırık olması ,
Senin suçun değil .
Benim değil .
Onun değil .

Suç varsa , var da
Çamur gibi atılması ,
Çarpılması gerekse suratlara ,
Durma !

Ya da bırak !
Değmez bu dünyada kahraman olmaya ..

Kalemin yüreğin
Yaz.
Doldur kağıtları

hatırla!
kırık kapının kulpu onlar
yaz
suçluyu bulana kadar
yaz.

10 Şubat 2009 Salı

Kaç be kız
Kaç
Lütfen kaç
Senin yağmur zannettiğin
Şarapneller seni bulmadan önce kaç
Koş
Ayakların sadece hayallerini gördüğün bir küheylan kadar çabuk olsun
Düşünme
Kaçmalısın
Kafanı eğik tutma
İleriyi göremesin
Ama çabuk ol
Bak şimdiden gümbürtüler geliyor
Yeter
Bakma
Sen bakarsan burada ben dayanamam
Sen küçüksün kız
Gözlerin görmesin
Şimdiye kadar oyun bildiğin ölümü
Farkına varma
Yavaşlıyorsun
Hızlan küçüğüm hızlan
Yoksa ben dayanamam
Sahnesiz rollerin çok iyi oynandığını görmene
Gülümseyen her dudağın aynı şeyi söylemediğini
Seni seven herkesin bir okyanus kadar saf olamayacağını
Görmene katlanamam kız
Kaç
Ve hızlı ol
Eğer çıkamazsak buradan beraber..
Acı olacak hayat
Ve lütfen koş kızım koş
Hayat seni elastik kurşunlarla bitirmeden
Kaç kızım lütfen kaç..

5 Şubat 2009 Perşembe

Yırtık suratlar ile gelir aydınlık
Sen bilemezsin ama
Sofralardan tıka basa “açlık” konuşulurken kurtulur fersahlar
Şuur muhakkak yüksektir
Ama bilemezsin onların arasındayken susmayı

Eski bir aşk meselesinden de olsan
Buradasın ey çocuk
Korkusuz türküler ile mutlu olursun
Sığla kokusuna muhtaç gecelerde
Ülkeler kurtarılır buralardan
Bilemezsin

Sarı çiçeklerin gülümsemesidir
Hayat
Ama bilemezsin
Ülkeler kurtarılır bu masalardan
Çocuk kalpleri çocuk kurtarır
Bilemezsin
Sen geceleri renk bulmak için sokak lambalarına vurgun,
Yıldızlar bile küser sana haberin yok şekerim
Onlar geceyi sidikli bir kız çocuğundan ayıranlardır,
Nice cesur kalbi seni içine atmadıkları gibi bir ateş ile dolduranlardır,
Hiç ama hiç haberin yok ,
Kollarını açarak yürü,
Ki uçurtma ol, neşeyle söyle, yeni ezberlediğin şarkıları
Hiç uçurtma görmeyen yıldızlar seni tanısınlar
Sen hiç olmayan gece nin sidikli kızı gibi
Kollarını çocuk saflığıyla aç
Pergel ol,aç bacaklarını, koş, şekerim..

Dilara'ya...

3 Şubat 2009 Salı

İsle dağlanmış kandil kokusuyla
Bir geceye uyanır şehir
Kaldırımlar sessizliğe inat;
Pabuçsuz ayakların

Yükleriyle feryatlaşır,
O çocuksu mahmurlukla bakar

Sokak lambasının altındaki
Yekpare olmuş
Gökyüzü parçasına.
Bulutların katılığıyla

Islanmış gözlerdir
Adamoğlunu alacaya kör eden..

aheste bahar

Sen,
Aheste bir baharda
Sakin yürüyen.
Ateşleri etrafına değdirmeden
Yürüyen.
Ne güzelsin!

Yüzüne düşen saçların ne güzel!
Bir bahar günü kadar güzel.
Dağılmadan, asla susmadan
Yürürsün.
Sen güzelsin
Sen ki güzel olmamayı dileyerek
Yürüyen.

Sen
Misallere sığmayacak gibi…

Ey baharın getirdiği güzel papatya!
Yerden göğe kadar güzelsin.

Ben ki sana,
Seni mekânından koparamayacak kadar âşık.

2 Şubat 2009 Pazartesi

Ey hayatı boyunca kitap kapağı açmamış kutsal eller ve onların sahipleri . Hiç önemli değil… Cidden hiç önemli değil… Sayfalar içerisinde kaybolduktan sonra kendini bulabilmekten size ne ..!? İştah kabartıcı bir sürüsünün orasında, kütüphanedeyken araştırıp, kafa çalıştırmanın ne gereği var…
Kitap ve kütüphane ne kadar ciddi bir iş olsa da insandaki mizah duygusunun var olmasına ya da içerilerden bir yerlerden çıkartılıp tekrar çalıştırılmasına vesile olur. Mizah, kitap olgusunun insana verebileceği hediyelerden sadece bir tanesidir. Ama hayat kapısının kilitlerinden yarısını açabilir bu küçücük, bir tanecik hediye…
İnsanlar kitapla yaşamaya deli gibi bağlı olmadıktan sonra, kütüphanede saatlerce çalışıp ağız bir karış açık tatlı tatlı uyumayı bilmedikten daha da ehemmiyetlisi istemedikten sonra ne kadar baskı yapılırsa yapılsın, ne kadar fazla çözüm yolları getirilirse varolamaz. Çünkü kitap çok sadık ve çekici bir aşktır. Eğer sen o tutkuya bilerek kafanı çevirirsen, içinde var olan arzularını yine kendi isteğinle bastırırsan; bu kadar işin hiçbir amacı olmaz ki… Kimse kitap okumak için veya kütüphanenin içinde inzivaya çekilip kendisini bulması için zorlanamaz,zorla istemesi sağlanamaz..Çünkü kitap okuyabilme ve bunu yorucu göz eylemleri olarak değil de gerçekten okuyabilme ve kütüphaneye gidebilme,saatlerce o tozlu raflar arasında kıskanılacak bir neşeyle çalışma çoğu konuda olduğu gibi insanın kendisine duyduğu sevgi konusuna geliyor…
Okumak bilgiye olan açlıktır.Bilgili olabilmekte ya hayatı kavramaya olan açlık ya da insanların kendi haklarında besleyecekleri güzel şeylere duyacağı açlıktır. Ama ikiside yine insanın kendisine olan efsanevi aşkından kaynaklanıyor. İnsanların kendini sevememeleri ve günümüzde okuyabilen sayısının azalması kendi öz ama nesnel sorunumuzdur.
Yukarıda bahsettiğim gibi kitap okuma zorla yaptırılamaz… Ama kişilerin içine bu hayır dolu aşkın yerleştirilmesi çok beklediği ve sevdiği bir kitaba bakarken gözlerin buğulanmasını sağlamak her akıl sağlığı yerinde ve düzgün düşünebilen her kişinin şevkle ayrıca zevkle vermesi gereken çok tatlı bir mücadeledir. Ve kitap kapağının anlık bir uykudan sonra sizi pusuya düşürüp burnunuza çarpıp acıtması insanın kendine verebileceği en basit ve büyük andır…

1 Şubat 2009 Pazar

uçtu levrek
bağımsızlık feryadı ile uçtu
o zıpkından ,nefreti üstüne yoğun insan elinde
uçtu levrek..
kıvrım kıvrımdı levrek
minikdi aslında daha
onu sonsuzlukla karşılaştırıcakyada doğrudan bir mideye götürücek
o yalancı lokmayla tanışmamıştı
tanışmasın levrek..
o levrek küçüktü
ama insan elini zorlayacak kadar da güçlü
istemiyordu..
rakı masasındaki yaren olmak istemiyordu..
anlatmışlardı ona büyük dayıları
buzlu badem de olurmuş..
tanımadığı düşmanıydı buzlu badem..
ama bazı zaman gelir çatlardı merakından bu bademi..
kimdi..
canlımıydı ki oda rakı masasına gidicekti..
yine bazen düşünürdü küçücük levrek..
galiba rakı masası bir onur taşı..
ölümü süslendiren rahle..
ama istemiyordu..
soğuk mavilikte ;badem kimmiş,
neymiş
bilmeyi istemiyordu levrek..
ah o kıvrım kıvrım küçük levrek..
bademin haberi bile yokken
ona en büyük savaşı açan olmuştu
soğuk,
sıcak,
mavi,
yeşil,
su,
tuz
ve gene küçük levreğin bilmediği
birçoklarıyla dolu diyarda özgürlüğüne gitmişti..
haberi bile olmayan bademe kızgın..

Ben Bir Sefarad'ım

Ben bir sefarad'ım
Kaçıyorum anavatanımın taklidi bu topraklardan
Açık umman dahi durdurmuyor gözyaşımı
Ağlıyorum kurtuba'nın taş kalelerine
Ta oralardan geliyor herhalde bu yüreğimi burkan yelken rüzgarı
Ey sen toprağı bilgi tüten kurtuba
İstemiyorlar beni
İstemiyorlar bizi
Sırf kültürümden olduğum için
Sırf kendimden olanları sevdim diye
Hep kovdular,istemediler kan akan gözlerimizi
Çok özledim şimdiden quadalquivir'i
Orda ilk defa ve şevkle öptüğüm o güzel fahişeyi
Eskisi gibi olamaz bir daha endülüs
Olmaz,olamaz artık kurtuba
Ben toprağından atılmış bir sefarad'ım
Ağlayan yelkenimle...
Kalın perdelerin arasından,
küçük ayakların patırtısıyla şakı,
Sessizliğin arkasında kalmış

boynu bükük fırtınanın renkleri
Aydınlatır buhar olmuş dünlerin azabını.
Yağacak karın telaşıyla harmanlansın
Gelecek günün tebessümü.
Tek başına kalmış bir çocuk misali
Vur küçük ellerinle
Büyük dünyalara ki
Sarsılsın o koca hayatın
Toprağa aşık demirleri..
biz bir damla limona muhtaç
bir tutam rokaydık
sarhoşluğu mayhoşluğu
meşk i
sokak lambası yanlızlığında
yücelten

delilik özgürlüktür..

Toplumsal yargılar insanı zedeleyen kargalardır.Kargalardır;çünkü çok uzun ömre ve bir o kadar da aksi bir şöhrete sahiptirler.O kadar inanmışızdır ki kargaların uğursuzluğuna, artık itiraz edemez hale geliriz.Üstümüzden geçip gitmesini,uzaklaşmasını,bize zarar vermemesini dileyerek öylece bekleriz o bizim üstümüzde usulca uçarken.İtiraz edemeyiz,onu ürkütemeyiz;kaçsın diye üstüne taş atamayız.Çünkü o esnada karanlıktaki öcülerden korkan çocuk misali titreriz…
Toplumsal yargılar, sistemin “kale”leri tarafından geniş kitleleri zapt etmek amacıyla
cesur bir biçimde kullanılmaktadır.Çünkü aslında kimsenin içinden “evet” demediği şeye,” başkaları diyor” ya da “kitle bunu kabul ediyor, ben çıkıntılık yapamam” diyerek boyun eğmek gerçekten cesur ve etkili bir baskının sonucudur.Ve bu baskı altında kalanların, sürü psikolojisi içinde ortak hareket edişi de “kale” nin rahatsız edici ve denetleyici bakışları sayesindedir.Bu denetimi sağlayan “kale”ler devletlerdir.
Toplumsal yargılar, devletler tarafından üretilir,uygulanır ve yönlendirilir.Bu sayede bu yargının ağına takılan geniş kitleler artık devletin açıktan hissedilmeyen yörüngesine girer.Bu yörünge devlet için çok iyidir.Çünkü yörüngedeki insanları hareket ettirmek yörüngenin dışındakilere nazaran çok daha rahattır.Ve yörüngenin dışında kalanlar ise toplum dışı olarak belirlenir ve yörüngeden uzaklaştırılır.
Bu sistem iyi işlerse ve planına uyarsa insanoğlu kendinden ve Tanrı’dan üstün bir varlığa kavuşur.Varlık her kişi de şahsa münhasır paydaları bulunan ortak bir duyumdur.Bu duyumun getirileri ya da kişiye yaptırdığı davranışlar farklılık gösterse de hissedilen baskı tektir.Ellere daha doğrusu ve önemlisi beyne,düşünme yetisine,özgürlüğe geçirilen kelepçelerdir bu duyumlar.
Son günlerin “Mahalle Baskısı” olan bu duyumlar hükümetler değiştikçe kendinden değer kaybetmeyerek sadece yüz değiştirerek devam etmektedir.Çünkü totaliter devlet yapısının görülmeyen,suçlanılamayan kolluk kuvvetleridir.Kelepçeleri kırabilme yetisi ise insanın yörüngeye girmeme isteğiyle doğrudan alakalıdır.
İnsan ne kadar yörünge dışıysa,ne kadar farklıysa,ne kadar toplumdan dışlanmışsa o kadarda delidir ve özgürdür.Özgürlüğünü isteyen toplumlar deli olmayı kabul etmelilerdir.Onları suçlayanlar deli olana kadar..

05.01.09
seni öyler özler oldum ki
geceye bakmak bile ıslah etmez
bir dava yı sevmek
senin sessizliğin
karlı gecede nefesinden çekinerek
dolaşma özgürlüğü
seni sevmek.
sığla kokulu saçlar mı
gizleyen bilmem
seritin altındaki ay ışığını
dağıtmak var geceyi
çekmek var nefesi
ellerini tutamamak da var
soğuk gecede.
soğuktan mı aşk tan mı
bilemeden ölmek de var
Bir tebessüm
Var olan bütün çiçeklerden güzel.
Bir çığlık
Sokaklarda;hayatın anlamı.
Yara bere içinde kalıp
Ağzının ortasına köteği yesen de
Çılgınca oyuna dönüp
Bir deniz
Bir ses olup
Patlamaktır,dalgalarla.
Ve her şeyi
Bir omuzla silkip
Bütün duvarlara
“dikkat çocuk çıkabilir”
Yazmaktır hayat..
Yüreğindeki saflığı yansıt bugüne
Ki aydınlansın şehir
Kusurlarından utansın..
Saflığın böylesi olursa
O mahpus karanlığını söndüren lambalara
Ne gerek var heyhat..
toprak filizlenirken sen uzaklaşırsın
alaca renge karışmış
buram buram anadolu dan
yelkovan olmayı bırakıp
akrep olmaya giderken

insanlık varsa toprak yeşerir
yeşerdiğinde bozu akı demeden
bütün atları şahan edercesine
ayağa kalkar anadolu

bir nal gibi sağlam
yüreği iğdiş olmuş nehir kadar ağlak
bir deli gibi ölümsüz
sonsuz koksuyla uyanır anadolu

kar bile sessiz yaşar bu toprakta
kalır mı
kalır mı be adamoğlu
o karı kanyak yakıcılığında ezgiler söylettirecek
güzel gözlü koca yürekli

sert gece de parlar sesleri
ardıç eğer başını
geçen sessiz atlıların çığlığıyla uyanır
anadolu kan içinde
başı dimdik uyanır gecenin aysızlığında
sen giderken
ben senin arkandan sadece bakıyorken
sadece bakabilme yetisiyle donanmışken
işte tanrı bana görünüyorken ilk defa
ilk defa geçmiyorken yelkovan akrebi
hep akrep geçiyorken seni
sensizlikle donanıyordum ben
ben sen kadar varken sende
ölümmüş sevmekmiş susmuşken
sen gidiyorken
arkanda bıraktığın iz kadar soluk gidiyorken
ben bir şehre yağmur ağlıyorken
sessizlik, inadına bir iş gücü ile çalışıyorken fabrikada
sen yanan tütün gibi gidiyorken ellerimden
çayı çökmüş demlik gibi tıslarken ben
sen gittin
ben yanıyorken yıkık bir gündüzün aydınlığında

sen gitmeye devam ediyorken
eller birbirine tutmaz oluyorken

soğuk insana aşk kadar kolay nüfus edebiliyorken
işte o anda
gökyüzünün geceyi de seni de beni de istemediği
andaben de bittim..

okuyan beyinler hoş geldi sefa geldi...

ey okuyan,okumaya vakit ayıran güzel beyin.hoşgeldin.dünyanın en zevkli meselesini gerçekleştiren adamoğlu hiçbir zaman hayattan vazgeçmez ya da usanmaz,çünkü o hayatın en büyük felaketlerinin izlerini silecebilecek keyifli bir savunmaya sahiptir;okumak...
okumak,geceler boyunca bıkmadan usanmadan okumak,kitap kapağının sana yastık olması,o açılan ilk sayfanın insanı baştan çıkaran kokusu ve okuduklarının yüreğinden, aklından taşması ;kalbini hokka yapıp tüyden kalemi taşanlarla doldurup kişiyi yazmaya sürükler..
işte bu sayfalarda bu yürekten taşanların edebi bir teknikle harmanlanmış halidir..
emekle ortaya konulan bu ürünler kişiyi memnun etmektense onun okuma haznesi geliştirmek ve bu yürek işini iyi bir usül içerisinde anlatmak çabasındadır..
haydi sevgili okuyan..gözlerine,üreten yorumlayan beynine,bu acemi ardıça vakit ayıran yüreğine sağlık..
yeni açılan ve mis gibi kokan defterin ilk yaprağı;sevmek,sevişmek,serserilik ve aitlik meselesini halletmek adına soyulan bakirenin üstünden çıkan ilk giysilere benzer..çiçekli bir kazak olabilir mesela..ve sen her dakika artan şehvet ile sayamaya ve ilerlemeye,ilk dokunuşları canlandırmayı uygun görürsün.yazılan okutulan vazgeçilen sayfalarda bu verilicek ilk buselerle ilişkilendirilebilir..parmaklarda aynı kullanılan kalem gibi daha ihtiyatlı ,daha seçici ve özenli,dikkatli..çünkü artık fütursuz eklem oynatışları misali bir hayalde verilmiş her iki dünyanın da zararına..eğer bütün bunlar bilinmekteyse;geriye de çok birşey kalmamalı..sadece rapt-ı kalemi;kalbine bir nişane gibi iğneleceksin yeter.ki zaten us dediğin kalemin,kalbine saplansın.kalbe aşık bir us..akıl tüm o zaraf ve asillikten yana kalıbını bırakıp kalbin peşinden koşabilirse;vay be..o zaman aşık olan bir kalbin aşık olduğu varlık, doğal olarak olarak usun rakibi olacaktır..eğer yazmak bir ney sesi kadar güzel olmasaydı us kalbi tanımayacaktı..kağıda dökülenler usun yazdırdıklarından ziyade kalbin anlatısı dır..işte bu yüzden de gözlerin çöpçatanlığı ile us, kalbi ilk defa kağıt üzerinde görür..nefrete bağlanabilecek bir aşk,usun elinde zaten hazırda bulunan ilmik ve tamir edilmek üzerine gelmiş bağbozumlarını alır ve kaçar;muzip,muzur,eğlenen suratına hayran kalmayanı vurmayı gerektirecek bir kız edası ile...